18 Temmuz 2012 Çarşamba

İlkokul sıralarında siyah önlük beyaz yakalarda unutmuştum öfkemi kontrol etmeyi, çok sakin tebessümünde dünyalar gizli bir çocuk ilk yumruğunu attığı gün öğrenmişti yanlışı uzun yıllar doğrusunu öğrenemediği... İnsanın kendinden sonra sevdiklerine de zarar vermeye başladığı ve yavaş yavaş ruhunu teslim alan o iğrenç duygu... Kontrollerin düştüğü yüreğinde ki sıkışmanın nefes alamamanın caresini düşünmek yerine ilk aklına geleni yapması... Bütün kontrolü, kaybettiğin kontrolle ele alma çabası... içinden çıkan nefes almana engel göğsünde ki yanma hissini durdurmak için yaptığın ama daha fazla yakan duygu... Yıllar böle devam etti anne babama yapamazdım sadece, baba figürü sertti karşımda, bir evin bir erkek çocuğuydum oysa hiç şımaramadım teşebbüsü bile ürpertirdi beni, bir şey dediğinden değil belki ama o gözlerin o şekilde bakması küçücük bir çocuğun oynadığı misketler kadar küçültüp yuvarlanıp kaçmak istemesine sebep olurdu... Kızmıyorum ona doğruymuş yaptıkları... Dışarıya çıktığım da işler istemediğim şekilde gelişmeye başladığında kalbim çarpmaya başlardı daha hızlı yumruklarım sıkılmış tırnakları avuçuna batan burnundan soluyan bi çocuk oluverirdim Şu insandan yaratığa dönüşen çizgi kahramanlar gibi... itiş kakış başlardı tabi hemen ardından... Ortaokul sıralarında daha sertleşmeye başladı bu iş kendini keşfetmeye karşı cinsi tanımaya başlayınca kalbimi sıkıştıran kollarıma yanmayla beraber boşalan kan akışını hissetmek için daha çok sebebim vardı artık.. . Yumruklar da daha bir sert atılmaya başladı kanıyordu artık vurduğun yada vurdukları yerler... arkadaşlarına karşı daha bir sert olmaya başlayan cümleler, karşı cinsin seni o ilk heycanlandırışlarının sinire dönüşmesi ağzından çıkan kelimeler daha bir yıpratıcı düşündüğün tek şey nefes alabilme haline yeniden geçiş içinde seni sıkıştıran o volkanın bir yolunun bulunup patlatılması.... Çevremdekilerin sevdiklerimin canını yaktığını ve bunun bir çözüm olmadığını ilk fark edişim ağzım burnum üstüm başım kan içinde evin kapısını çaldığımda annemin hıçkıra hıçkıra ağlayarak bana sarılışıydı, ama çok da işe yaramadı sanırım, ben rahatlamıştım nefes alabiliyordum annem için üzülmüştüm ama bir daha olmayacak diyemedim bile... nefes alamamak daha kötüydü ve ben yeniden nefes almaya başlamıştım... Çok kez şahit oldum annemin sessiz ağlayışlarına benim yüzümden, telefonda tartışmaları mı dinlerken ergen dönemlerimde kız arkadaşlarıma sesimi yükseltirken nasıl bir ruh haliyse o yaşlarda korkarmış kadın benden...  kavgalarım dan sonra ama yok işte yok kontrolü yoktu bu işin, bir anda bütün bedenini hücrelerini sarıyordu o iğrenç sıcaklık ensenin arkasından yükselen ateş başının arkasını sarmaya başladığında sona yaklaşmışsın demekti artık söylenecek hiçbir söz yapılacak hiçbir hareket rahatlatamazdı umarsızca kusmak gerekiyordu artık ya da yumruklamak bir yerleri, ta ki bedeninden onun yavaşça uzaklaşıp bir halsizlik hali çökene kadar... İlişkiler boyut değiştirmeye başladığında, daha derinleşmeye başladığında dostluk kavramı oturduğunda dostlarımı arkadaşlarımı yıpratmaya başlamıştı bu iş canları yanıyordu benim yüzümden ama yine o lanet duygunun freni yoktu işte... Artık kız arkadaşlarla da boyut değiştirmeye başlamıştı ilişkiler ve asıl o zaman daha da beterdi fiziksel olarak çıkamamaya başlamıştı içinden o lanet öfke kelimelere dönüşmesi daha da yorucuydu ve bir anda vücudun da lav gibi dolan kan bir anda çekilip gidiyor ve nefes alamayışın kesilmiyordu hiç... hedef sektirmen gerekiyordu o zamanlar kusacak başka bir yer bulmuştum o yaşlarda duvarlar direkler nefes almak için fiziksel bir temas şarttı sert cisimlere... elim acıdığında nefes alabiliyordum ancak elimin kolumun rontgenleriyle iskambil kağıdı yapma arzusu bile başladı durdurmaya çalışmak yerine, benden büyüktü çünkü öfkelerim sevdiklerimden daha değerli değildi ama onlara zarar verdiğini bildiğim halde durduramayacak kadar büyüktü en azından... Sonra yavaş yavaş teslim olurken o duyguya kendimi de çevremdekileri de ezdiğini bile bile babamı hastane kaldırdım bir sabah yürüyerek girdiği hastaneden cenaze alacağımı bilmeden,   önceleri oda bizde rahattık hastaneye gidilir bir şeyler yapılır eve dönülürdü insanlarda ilk kez götürüyordum kaldı ki babamı... Olaylar kötüleşmeye başlamıştı, çaresizliğin ne demek olduğunu anlatacak sözcükleri bulabilmem imkansız.... 7 - 8 saat kadar süren çaresizlik çaresizliğe olan o öfke duygusu her zaman kinden sertti... ama ne kusa biliyordum ne de bir yerlere vurabiliyordum bu sefer tam içimde sıkışmıştı ve çaresizdim ve o bütün öfkem babamaydı aslında beni nasıl bu kadar çaresiz bırakabilmişti uyan malıydı bana biri uyandi demeliydi ve ben bugüne kadar aklımdan bile geçiremediğim bir cüretle ona bunun hesabını sormalıydım... Ellerim titremeye başlamıştı korkuyla öfke birbirine karışmış Muzaffere kusarken babama olan öfkemi o yataktan kalkarsa ağzını burnunu kırar rahatlarsın dedi... tanıyordu beni de babamı da iyi tanıyordu ama ben hala bana bunu yapamaz diye kusmaya çalışırken öfkemi sertçe sarsıldığımı hissettim baban değil onur suçlu olan diye... Susmadan konuşmaya başladı Muzaffer onu anlatıyordu bana en BABA en ADAM en Komik hallerini... bütün nefesim bir kerede kesilmişti bir süre hiç soluk alamadan kalmıştım öle öfkem gidecek yer bulamadı gözlerimden boşalmaya başlamıştı hıçkırıklarımla beraber.... Sevgimi ve ona sarılma isteğimi bile öfkeye çevirebildiği mi o gün fark etmiştim ben.... Öfkeleri mi anlatarak aslında karşımda ki ne değil de kendime anlatıp asıl soruyu sormayı da o gün öğrendim ben istediğim olmadığı ve sarılamadığım için mi sevdiğim birine bu öfke yoksa sokakta ki adama yumruk atma isteğimi aynı kefeye koymuyorum artık.........

1 yorum:

  1. o kadar içten bir yazı ki yürekten dökülmüş direk ağlattı beni

    YanıtlaSil