17 Aralık 2012 Pazartesi

17 Aralık 1999 tam 13 yıl olmuş 13 yıl dile kolay sensiz geçen; en güçlü zamanlarımda eksik, en mutlu anlarımda burukluğun bir yanımda geçmiş 13 yıl... 13 yıl önceydi tam da bugün, bu zamanlar, belki bir kaç saat önce seni toprağa cennetine emanet edip, onca kalabalık içinde ama yapayalnız eve döndüğümde... Dişlerimi birbirinden ayıramadan saatlerce tavana çakılı kalan gözlerim üzerinden 13 koca yıl geçmiş... Bir tarafım büyürken zamanla, bir yanım sende hep çocuk hep serseri senin ağız dolusu, kızgınlıkla sevgi arasında kalmış küfürlerini özleyen çocuk olarak kalmış... Bazen seni bekliyorum hala kapı çaldığında sıçrıyorum bazen ve bazen öylesine özlüyorum ki seni... Düşüp kalkıyorum dizlerim kanıyor hayat aynı tarif ettiğin dibi devam ediyor ben söylediğin gibi mücadele etmeye çalışıyorum, ama söylediğin gibi adam olabildim mi bilmiyorum ? 
Ruhun şad mekanın cennet olsun Babam...   

2 Ekim 2012 Salı

Ne kadar anlatırsan anlat senin için kolay olan zorsa onun için ve senin ne hissettiğinin önemi yoksa sen istediğin kadar öl binlerce kere daha yansın canınnn....

27 Eylül 2012 Perşembe

Sen dersin ki yalan yok olmasın en başından herşeyi çiğerini böbreğini verirsin ama dersin ki yalan olmasın... küçük büyük olmasın hele anlamsız yalanlar hiç olmasın bak dersin yüreğin neyse o gerçekler acıtmazz o kadar bilirsinn... tahammülün olmadığı noktaları sölersin canını en çok yakıcak yerleri sölersin ki seni seven insan oralarda daha hassas olsun daha az incitsin seni oralardan, yüreğin ondaıdır ya sahip çıksın, çaresizlikten değil ruhunu hücrelerini seni hissettiği için istersin. Canını acıtan herşeye değildir isyanın zaten geriye her dnüp baktığında o seni milyon kere acıtırlar etini ayırırlar kemiğinden ama susarsın zaten... Seversin çünkü çooookkk seversin... Yüreğin emanet beklersin...

23 Eylül 2012 Pazar

BİR AŞKIN ANATOMİSİ....

Parmak uçlarından başlar aşk kalbin öle atarki en uç noktalarında hissedersin o titreşimi, tenin hep bir hareket halindedir, nefesin daha bir derin saatler dengesiz bazen zamanı çalar sanki küçük yaratıklar yelkovanı akrebi çaktırmadan iteler ileri doğru, bazen durur saat sanırsın asırlardır aynı yerde oturmaktasın... Aklın tutulur zihninde herşeyin anlamı görünmez bağlarla bağlanır ona... Dudakların kendini kemirir görmek için imkansızlar imkan olur yararsın denizi Musa'nın bastonu ne ki kalp atışın açar ikiye engelleri... Seni dünyadan alır AŞK... Aynı şeyleri hissediyosan dünyanın en güçlü insanı yapar seni... Sen her hücrende onu hissederken hissettiğin dilencilikse iki dakika heycan dileniyorsan sana dair ya da beklenmedik anda beklenmedik bir cümle senin için herhangi bir yere yazılmış, olmayan bir vakitte sana ayrılan bir on dakika için her güneş doğduğunda yeniden umutla bekliyorsan ve herseferinde gördüğün hayal kırıklıklarıysa....... Acıtır AŞK... Sen canın yanar o yorulur, sen kanarsın o sıkılır.... Anlayayışsızsındır sen düşüncesiz kolun bacağın kopsa aklından ilk o geçecek kadar aşıkken kabullenemezsin bazen evet anlayamazsın... Yapacak bişeyinde yoktur sussaz suç konuşsan kalemin kırılır.... AŞK böle bişey bütün hüclerinde yaşayabiliyorsan AŞK...
Sen birinin kalbini çarptıramıyorsan suçlusu o değil sende değilsin neye kızıyorsam kendim bile anlamıyorum kendimi bazen neyin suçlusunu arayıp neyin edebiyatını yapıyorsun neden yoruyorsun senin için çarpmayan bir kalbi huzursuz ederek çarptırıyorsun... Haddin değil bunun açılımı beni yormak senin haddin değil istemiyorum işte zorlama bekle olduğunda ben haber veririm diyor, sen nerelerdesin Balık işte hayallerinin peşindesin hayallerinin, kimin umrunda senin hislerin kim dedi sana bu kadar yoğun hisset diye... O mu dedi ?? Bırak sen gözünden süzülen yaşlara anlat onlar yorulmaz akıp giderler... Damlar giderler kesilen bir yaradan akan kan gibi damlar ama dinler gözyaşların seni hisseder ve sıkmazsın onları....... Sen Onlara Anlat Onur Kendini ...

16 Eylül 2012 Pazar

Her olayda girdiğin her tartışmada her kırılmışlığında haksız çıkacağını bilmek yada o konuma düşürüleceğini bilmek susturuyor sanırım insanı bütün yüreğinn düğüm düğüm oluyor... Anlamı yok senin ağzından çıkanların susmalarının bile anlamı yok yeterki konu kapansın... Tamam deyip geçelim yüreğini çizelim herseferinde... Neden bunu hissediyo diye bile sormak yok soracak bişey de yok bilirsin ne hissettirdiğini zaten ama... İlişkileri tıkayan en büyük problem ne olursa olsun problem ne olursa olsun biri ağzını açtığında aynı sonuça gideceğini bilmeye başlamasıdır...

4 Eylül 2012 Salı

Tarih boyu korkuları yönetmiştir insanlığı, korkularından kurtulabilmek için öldürmüştür. Korkularla yönetmiş korkuları tarafından yönetilmiştir insanlık.... Hatırlayın hanginize bak iğneci geliyor denmemiştir ki ? yada acı biberi ilk silah olarak hatırlamayız ağzımıza sürülecek... Sonra korkutarak terbiye etmeyi öğrendiğini sanır insan ya da edildiğini ettiğini zanneder,
ACAYİP BİR DUYGU....????

Güvenmek adı.... Güven duygusu dedikleri... Ta kendisi aramızda olduklarında dünyanın en huzurlu insanı olduğumuz uzaklaştığında insanlığımızın anlamı kalmayan o hayatın yönünü belirleyen duygu... Göremezsin, duyamazsın, dokunamazsın, görüp koklayamazsın 5 duyunun ötesindedir GÜVEN... Şarap gibi değildir yani... Ne zamanla değeri artar ne de başını döndürür insanın, ama güçtür güven... süreklilik onu kutsallaştırır...     Herşeye rağmen çok kırılgandır bu lanet duygu bi anda küçükük bişeyle hemen dizlerinin üzerine çöker sen de onla çökersin... İlmek ilmek işlemek ister güven yoksa seni hücre hücre öldürür... Acısının yeri başkadır duyguların karışır arzuların hislerin karışır herşey karışır ona...

2 Eylül 2012 Pazar

DÜNYANIN EN BERBAT DUYGULARINDAN BİRİ ÇARESİZLİK...........

İkinci kez yaşatmasın hayat bana bunu lütfen... ölece bakmayayım nolur izlemeyeyim çaresizce vedalaşmayayım bi şans daha versin hayat ona ve ben onun en mutlu anlarını göreyimmm yalvarırımmm.... Berbat bir duygu bu ölece bakmak izlemek duymak sadece haber beklemek ne olacak diye her raporun sonucunu yorumlamaya çalışmak... Neden diye soramadığın yorumlayamadığın izlediğin beklediğin sadece güç vermek için kan damlarken bütün yüreğinden gülemsemeye çalıştığın bir durum... Annelerin en yücesi yanımda kal nolurrr yanımda kall............. Yaşacağım kocaman bir yürek var nolur bizi bırakma............

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Kelimelerin istedeğin kadar yüreğinden çıksın ve sen istediğin kadar aşık ol birine hiç incitme hiç kırma istediğin kadar özel olsun yüreğinde, ve sen onun acılarını da yaşa ortak et acılarına, gözlerin bir ona dolsun ve istediğin kadar yeniden doğmuşcasına sarıl ona geçmişinde geleceğinde o olmuşcasına koşşş, Sadece onun seni hissettiği kadarsın... Yetmez bunlar anlamak istesende istemesende senin elinde değildir bir başkasının sana olan hisleri, sevgi tanımı aynı değildir ve senin kadar hissetmek zorunluluğuda yoktur zaten... Yani Tahirle Zühre meselesi... Sevdiğine değersiz hissettirmez kendini sevdiğini ezmez bu kadar ve yüreği çarpar her an zaman zaman değildir sevgi... Senin gözlerin kurusada ağlamaktan senin için dökülmez onun gözlerinden yaş, yani sevilmek için onun yüreğinde yer olmalı sana ite kaka giremezsin bir yüreğe... ucundan tutulmaz AŞK dediğinnn KOCA KOCA SARILIR SARMALANIR... Huzur Güven Umut Mutluluktur AŞK... Onunla bir hissedebilmektir kendini sen ona bir hissettiremezsin zorla, Sana ancak böle gözlerinden süzülen bi kaç damla yaş eşlik eden yanağından süzülür boynunda bütünleşir....... Bekleyemezsin onun senin onu düşündüğün kadar düşünmesini seni onu kırdığında istemeden senin canın çok yanıyor diye o seni kırdığında onunkide yanmalı diye birşey yok yani..... Ancak kendine anlatır cevapsız sorularında nefesini kesersin kendinin... tek başına bakarsın bu ekrana kendine bile yalan sölersin işte kendime anlatıyorum diye, onula konuşuyosun işte yokluğunda... Oysa ne kadar da mantıklısın başkalarına olay çözümlemesi yaparken kendine gelince Onurluğundan eser yok belkide onurundan... Aşk gurur işi değil dediğinden belki... Belkide saklanıyosun o koca cümlelerin arkasına, durup durup yazıyorum evet sanırım kırık biraz kolum kanadım sanırım biraz yara aldı yüreğim... Kaçışlarım gibi koşuşlarımda sert sanırım... Karanlıklarımın zifiri olduğu kadar aydınlıklarımı parlak istememden belki de... Toparlanmamış cümleler çıkıyor bu sefer kendim gibi parçalarını yerine koyamadığın puzzle gibi her bir tarafım bir yere çekiyor beni... Gerçekleri her sölediğinde onun sölemediğimde benim canım yanıyor aşkta çelişki böyle birşey sanrım... Sevdiğini sölediğin insanla neden savaşırsın anlayamadığım bu neden insanlar huzur bu kadar kolayken zora sokarlar ve istedikleri tek şey huzurken... Hep hayat mı suçludur yoksa bizmi zoru seçiyoruz SEVMEK SEVİLMEK güzel iş farkettiğinde hatalarını düzeltmek işi bazen... Daha çok incitmek mi nefes aldıran acaba... yine tamalayacak kadar izin vermiyo gözlerim bana... ama taslaklarda kalmasın artık ...

21 Ağustos 2012 Salı

Sapla samani karistirmamali insan vurmak istediginde bile iyi secmeli vuracagi yeri bobregine bobregine vurmamali sevdiginin sevdiginin cani yanarken kendi cani da yanabilmeli seviyosa. Sacma sapanliklarinda da yasamali bazen mantiginda da bogulmali hissedebilmeli damarlarinda dolasan kan gibi bilmeli yani grubunu, ezbere yasanmamali ask, ne gizemli olmak isi nede bilinmeyen yureginden kopup gitmeli ask, bazen ozgurlugun bazen tutsakligin olmali yani, yani nefes almak gibi yogun olmali sevginin o muhtesem dogasindan siyrilan manyakliklari olmali askinin yani hissedebilme isi ask hani sairin dedigi gib.i ask iki kisilik.... Normalin disinda bazen bazen mantigi olmamali sokagin ortasinda opebilmek gibi dudaklarindan sehirle paylasabilirken bazen bazen kendinden kiskanabilmesin belki... belki bu tarifin hepsi yanlis ve sen asklarin en yanlisindasin belki... Yuregin suruklemeli seni anlamamalisin heycanlandirabilneli seni en uykusuz en bitmis aninda ondan gelen bir telefon hani yaralarina basildiginda sicradigin kadar en azindan... Ask kolay is yani bu kadar yogunsan dunyanin en manyak en mukemmel isi belki, ZOR OYUNU BOZAR askta yada sen zoru sevmissindir... Dudaklardan dokulmemeli ask gozlerden ruhundan gelmeli yani yine tekrar ama hissedebilmek isi galiba... Ne tuaf dimi dune kadar leyla ile mecnun icin gulen bi adamin aska tapmasi, Cumleler uzun olmus yine noktasiz virgullerin isi ask sanirim... Kosar adim gitmek israrla tusa basmak ve yeniden tebessum edebilmek isi... İKİ KİSİLİK AMA ASK... yani monologlarin isi degil kelimelerin karsiliklarini aramasi gibi tek basina bakmak degil denize kendine kendini anlatmak isi hic degil ASK... Ezber bozabilmek isi ama hepsi bos kelimelerin sana bi SIR veriyim mi adamim bunlarin hepsi hissetmek isi yureginden gelmek isi ASK, Anlatarak asik edemezsin kimseyi nede anlatarak vazgecirirsin sevdiginden... Oylece bakmak isi bazen kolun bacagin olmadan bakmak isi... Yerine gecmek isi hic degil ask yerinden sokebilmek isi yani anlam yuklenmek degil anlamlarin yuklendigi adam olmak isi... Bazen susmak isi sanirim bazende haykirmak... Her yudumunda kendine sormak isi yani teninde yureginde hucrelerinde baska birseyin adi yoksa ve o sen degilsen karsida bazen usul usul beklemek isi.... Kan damlarken gozlerinden seni seviyorum diyebilmek belkide Ask.... Cok bildigim yok bende acemisiyim bu duygunun.... Gormek istemedinde soleyebilmek isi belkide yani net olmak isi Ask.... Tiyatronun efsane tanimindan yola cikarak kenkini kendine kendinle anlattin adamim.... YUREGİNİN GOTURDUGU YERE GİT....

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Dolu Deli Hayallerim var benimm... Dizgin dolu yaşıyorum hayatı, güneşe ektiğim soğuklar var benim çolde aradığım meyveli buz kalıplarım... Gülün Gülünnn benim daha yüzme bilmeyen balıklarım var akvaryumum da benim, uçmayı bilmeyen kuşlarım var hayallerimde, yani hayat bana yüz ters bazen ... Kendimden öte aşkım var ama, beni benden alabilen sevgimmm... benliğimde filizlenmiş bi aşkım tanımlayamadığım duygularım görmediğim bir koku ve duyamadığım bir suliyet var sanki, el yordamıyla görüyorum belki kime ne?? Kulaklarım görüp gözlerim duyuyorsa bundan sizene.... Bazen alabildiğne mantıklı ve bazen yüreğinin saçmalıklarında boğuluyorsa bu adam ve bazen gündüzde alacakaranlığı yaşayıp ay ışığında güneşleniyorsa bazen, kimi zaman dünyanın en güçlü karakteri bazen de elma şekerine muhtaçsa... Ve sen değilsen bu adamın vasisi bırak elma şekerci düşünsün kahrolan tarafını... Yani diyorum ki sapan tarafından kaçıyorsan ve saçma kısmı seninse bu adamın delik deşik oldun demektir... Yüreğinde kocaman aşklar yoksa ve paylaşabileceğin devasa fasulyelerin göğü delen, anlayamıyorsan Hansel ile Greteli, ekmek kırıntılarından bulamazsan yolunu yani Çikolatadan evdeysen sen bırak cadı kazansın...
Kara kaplı defterlerinden kara kaplı bloglara terfi eden kelimeler siz benim benliğimden öte değilsiniz işinizi yapın diyen bir adamdan bir kelimenin içinde ki anlamı bulabilmek için saatlerce uğraşan adama geçişinin keyfini çıkarın... Duygularının ağırlığı korkutmasın şşşşşşşşşşş bütün söleyeceklerini başta söleyen bi adamdan korkulmaz... Durulur düşünülür sadece artık kelimelerde ki anlamları beklemez oynamazda onlarla ne kedidir kendi ne kelimeler yumak bahaneler de anlamsızdır açıklamalarda bazen doğru yanlış öledir.... Haramı bilir içer kendi çünkü amaları yoktur yürür gider ... Kimseye kıyının hesabını vermez dalgalarla boğuştuğunuda sölemez ayrıca bu adam susar... Ne biçim bi adamım delimiyim neden çekiyorum ki kendimi bile diye sormuyo değilim... Hayat yukarda ki kadar karışık değil biliyorum ah şu çözmek iştahım yok mu ? bırak bir kaç problemde sonuçsuz kalsın ya pisagor olmasaydı nolurdu bu üçgenlerin hali ? Olasılıklar matematiği yada ?
Adalet dediğin 6 harf bir kelime, varı yoğu tartışılır mistik bir anlam yükleyemesende dogmatik olabilir var mı yokmu diye saatler süren tartışmalardan çıkabilirsin kan revan ... Adalete yüklediğin anlamlar geniş derin ve manidar da olabilir... Ama adalet vicdanın ta kendisidir aslında... Yani başını yastığına koyduğunda yaşarsın onu sabah kabul edip etmemek senin yüreğindedir, gece ortaya çıkar o lanet duygu... basit atasözleriyle tanımlanmıştır aslında gülersin duyduğunda ama öledir ADALET iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır dediklerinde o pis sırıtış ne kadar sarsada yüzünü bilirsin ki doğrudur... Kendine soru sormakla başlar adaletin temeli, yani Ulu Önderin dediği gibi Mülkün temelinden öte Kendi temelindir ADALET........ Sana sordukları ne iş yapıyorsun sorusu rahatsız ediyorsa seni sen sormayabildiğin kadardır adaletinnnnn.... Yani seni başkasından ayırmayabilmektir... Konuşulurken basit anlatılırken kudretlidir adalet.. Uygularken yürek isterrr sölediğiini yapmak dediğinin arkasında durabilmek ister adalet........... Yani MÜLK YOK ADALET yok değildir, çok sevdiğim bir abimin tabiriyle... Yada Aristonun saatler süren tartışmasında da bulunmaz adalet... Platonun mağra teoreminde gizlenmiştir aslında ne alaka demeyin kendi gölgen büyüktür........ Neyse ne siyasi tarih anlatmak niyetim ne de felsefenin dibi ... Sonuç şu ki İĞNEYİ KENDİNE hele bi batır ben kılıca kalkana razıyım hemşerim....

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Taslaklarda kalıyor yazdıklarım boğazımda düğümlenen duygularıma döndü yazılarım... Hızlı bir hayat koşarak geçtiğin engebeler düz sokaklarda tökezlenip düşmelerim, diz kapaklarından yaraları hiç geçmeyen haylaz bir çocuğun sokakta oynaması gibi sanırım hayat... Ortası yok oyunlarımın top oynarken tekmeye kafa  uzatıp duvarların en yüksek yerlerinden atlamayı sevmelerim gibi yaşıyorum, kimseye kızmıyorum kızgınlıklarımda öfekelerimde sevgim aşkım inancım tutkumda benim, topunu paylaşan çocuğun oyuna alınmayışı gibi sadece bazen... uzaktan ölece bakmalarım da benim... Duyguların bir çağrışımı var sanırım ve hayatın sen istemesende kurduğu bir denge duyguların üzerinde ters çalışan çarklar gibi sanki ne tarafa dönsen terse çeviriyorsun kenetlendiğin çarkı... Evraka diye bağırmayacağım tabi hayatın sırrını çözdüğümü de düşünmüyorum... Gözlemliyorum sadece bakabildiğim kadar hayata kendi gözlerimde oluşan görsellerin duygulardan süzüllüp gelen sonuçlarıyla konuşuyorum... Hayatı bi kenara bırakıp en serseri tarafınla koşarken hep eksik kalan taraflarını tamamlayadığın da karşına alıp hesaplaşacak bir sen bulabilirken herşey mantıklı ama hayat saçmayken yaşadıkların değilde yaşayamadıkların acıtırken canını hep hayallerinin içinde kaybolurken, bütün benliğinle terse döndüğünde bir tılsım bir sihirli el dokunduğunda sana nefesin kesilirken tutkudan yaşamadığın umutların hayallerin gerçek olmuşcasına açarken yüreğimi terse dönüyorsun sevgili sana deli aşıkken tutamamak ellerini seni özlerken görememek sarılıp ağlamak isterken itelenmek gibi senin üzerine inşa etmeye çalışırken hayatı senin senin gözlerinde okumak bazen uzaklığı dalıp gitmelerinde boğulmak zihninin derinliklerinde
Bu kez kendimin değil bir başlasının hislerini yazacağım gerçi kimsin ki başkasının hislerini hissediceksin diye de bi ses dürtmüyo değil içimden... Küçük bir kız çocuğunun yüreğini o kadar hissediyorum ki bazen, o kadar yüreğimden geçiyor ve bazen o kadar canı yanıyor ki hayata karşı, bazen deli dolu gülüşünde dünyaları taşıyor, herşeyi unutmuş emin adımları kararları kararlılıkları aşkı tutkusu heycanı var, bazen gözleri takılmış boşluğa zihninde tonlarca kelimeler çıkmazlarına çarpıyor sanki, bazen sıkılmışlığı bazen sıkışmışlığı bazen umutları heycanları yönetiyor sanki onu, içinden geçenler paldır küldür dökülüyor içinden doğru yanlış dökülüyor, bazen küçük bir kız çocuğunun olanca yalnızlığı ve hüznü çöküyor üzerine bazen dolu gizgin tuttkuları sarıyor tenini, bazen kıyıyı döven dalgalar gibi hırçınlaşıyor yüreği, içindekileri dökmek için anlatıyor an an olay olay akıyor içinden kendine yapılan haksızlıklar, öfkesi ellerini titretirken yüreğinden geçen yalnızlığıyla boğuluyor
Yüreğimde ki sızının tarifi yok, bir ölçek yalnızlık, bir ölçek hiçlik gibi bişey değil yani, az tatlı kaşığı kıskançlık  gibi de yada, Bu tarifsiz sızı kelimelerle anlatıldıkça daha fazla sızlıyor anlatılmaya çalıştıkça daha da bir acıyor, boğazım düğüm düğüm nefesim kesik, kollarımda bir sıcaklık göğüs kafesime doğru yayılıp orda bir çelik olup delen bedenimi yüreğimi, Adı AŞK geçmişinin hırpalanmışlıklarının seni jilet gibi kestiği SEVGİLİ, dolu dizgin geleceğe koşmak isteyen yüreğinin dikenli tellerin arasından geçmesi gibi kan içinde kalsada seni çok ama çok sevmesinin tarifi

1 Ağustos 2012 Çarşamba

YALNIZLIĞINA OMUZ OLMAK İSTERKEN DUVARLARINA ÇARPIP ÇARPIP DÖNMEK İNATLA...

29 Temmuz 2012 Pazar

Gecenin sesi yok...
Gece şafağa döner uykuların çalınmış gözlerin tavana çakılı beklersin, hiçbirşeyini gecenin sessizliğini beklersin , beklersin acının dinmesini belki de... Nefes almayı unuttuğunu derin bir nefes aldığında hissedersin, o zaman daha bir acır için sonra yine uyuşur kolların gözlerin çığlık atar, gecenin sessizliği boğlur gözlerinde... Gün şafağa döner sen dinlersin ufuk çizgisinde ki aydınlığı dinlersin... Gün doğsun mu doğmasın mı? Güneş ısıtıcak mı yoksa üşüyecek misin ? Zihninde döner kelimeler bilmediğin bir resmin pazılını yapmak gibi her kelimeye yükleyip çekersin anlamlarını bulamadıkça kanatır içini hırslı bir çocuğun beceremeyişi gibi oyunu tamamlamayı... Bazen öfke düğümlenir boğazına tam uyudum sanırken irkilirsin yerinden ter süzülür teninden... Tekrar tekrar aynı yerden vurur gece canının acısından değil gün gelip acımamasından korkarsın aslında, canının acıyışı değildir terleten yatağında ya bir gün uyuşursam diye yutkunursun kocaman... Boğazın yine düğüm düğüm kendini tanımanın verdiği acıya anlam veremezsin sonra cümlelerin gibi acılarında karışmıştır birbirine... Hayata dair anlamları doğruları yanlışları harmanlarsın zihninde aşkınla tutkunla öfkenle yoğurursun hepsini ve gözlerin yine tavana çakılı derin bir nefes alıp küfredersin.... Anlamaya çalıştıkça anlaşılmaz olduğuna belki de belki de daha kötüsü anlaşıldığın halde öneminin olmamasına söversin ağız dolusu... insanı öldüren de ayakta tutanda UMUTLARIDIR bilirsin, bilmediğin senin umudunun sana getireceği mutluluğun aşkın tutkunmudur, CELLADINMIDIR Umut bilemezsin.........

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Hiç niyetim yoktu aslında buraya sana dair bieşeyler yazmaya, beni yetiştiren kocaman elleriyle sonsuz yüreğe sahip adama buradan yazmaya hiç niyetim yoktu, burası aslında ölümcül dediğim canımı yakan hislerimi paylaştığım bir yerdi ama bişeyler dürttü beni, Belkide özlüyorum çok fazla bu ara belkide sormak istediğim şeyler var sana ya da hiç sebebi yok da o sıcaklığına ihtiyacım var... Sıcaklığın dediysem bana sıkı sıkı sarılan kollarını hissetmedim çok fazla ben sırtımı sıvazlamadıda o kocaman hep üzerimde ama uzak olan ellerin... Seni hiç yargılayamadım ben gidişin hariç... beni değil sadece güllerini nasıl bırakmıştın ... Neyse uzatamadım devam edicem affet huzurla uyu sen hepp BABACIM...
An gelir etini yırtar birşey, önce hissetmezsin, sonra sıcak sıcak gelir içine doğru yavaş yavaş sancımaya başlar, elin ayağın kesilir müthiş bir sızı yayılır, yanar, dağlanırsın, elinden gelen hiç bişey yoktur ölece izlersin yayılan sızıyı vucudundan kan kaybından ölemeyi bekleyen yaralı bir adamın çaresizliğiyle titrer çenen kabullenemezsin, gözlerinden süzülürken yaşlar artık elin ayağın kolun bacağın sızlamaya başlamıştır. Nasıl sızlmasın ki haklıdır aslında iki yol vardır ama saydıkları değil biri kolay olan senin aldığın cevap susmak nasıl hissediyorsan öle düşün dersin yada zor olanı seçersin gerçek hislerini anlatma çabasıyla biraz kırgınlık biraz da kendini anlatamamanın çaresizliğiyle dökülür kelimeler dudaklarından ama ateştir cevaplar dilin yanar konuşsan olmaz sussan işkencedesin çarmıha gerilmiş sevdiğini incitir susmak kabullenmek olur mu ki acaba, herşey geçer aklından bağırıp çağırmak duvarları yumkruklamak kanatana kadar parmaklarını, avazın çıktığı kadar bağırmakkk hepsi ve fazlası gelir BİR TEK ŞEY GELMEZ AMA ONU KIRMAK GELMEZ AKLINA zor olanla devam edersin, her geri gönüş biraz daha derine iter sızını.... Güneş tenini kavurmuş otoyolun ortasında bulursun yürüken kendini unutursun teninde ki bütün acıları o kadar sızlar ki içinnn teninde ki acılara yer kalmamıştır vucudunda... Yüreğimde acıya yer kalsın LÜTFEN........

26 Temmuz 2012 Perşembe

Bir sabah uyanırsın birileri seni non grate persona ilan etmiş.... kalbinin elçisiyken istenmeyen adam olmuşsun hayata olan öfkesinin diplomatik yansıtış şekliyle gelmiştir ültimatom... Ne olduğunu anlamadan kala kalırsın öle, anlamlandırmaya çalıştıkca daha bir acıtır canını kendince bulduğun cevaplarda dönüp durmak, Oysa sevgini çığlık çığlığa haykırmak içindir senin çaban özlemişsindir sesini henüz bir gün olmamıştır oysa yanından gideli tenini hissedeli, yinede herşeye rağmen Ataol Behramoğlunun dediği gibi YAŞADIN MI YOĞUNLUĞUNA YAŞAYACAKSIN...

20 Temmuz 2012 Cuma

Bir gün tokat olur çarpar bazı şeyler yüzüne bir iki gün önce öfkeyi yazmıştım, bugün yazıcağım duygunun sözlük anlamını bulamıyorum... sadece çakralarımdan keskin bir bıçağın verdiği sızı gibi dağıldı vucuduma... kelimeler düğümlendi parmaklarımda boğazıma gidemediler bile öyle susmuşum ki öyle kenetlenmiş ki boğazım sesim çıkmadan çığlık attım bu sefer .... Bir genellemenin tam ortasında, kavganın arasında kalmış çocuk gibi  hissettim... Kendimi mi sorgulamalıyım? birileri beni mi tartmalı? bilmiyorum, hangi tarafın suçlusuyum kendi doğrularımın mı başkalarının yanlışlarının mı ? Gül bahçelerim olmadı benim vaad edicek umutlarım oldu huzur ve mutluluğa yürüyecek... Ben oldum olduğum gibi olabildiğim gibi dün neyse yarın o olan bi adam... 

18 Temmuz 2012 Çarşamba

İlkokul sıralarında siyah önlük beyaz yakalarda unutmuştum öfkemi kontrol etmeyi, çok sakin tebessümünde dünyalar gizli bir çocuk ilk yumruğunu attığı gün öğrenmişti yanlışı uzun yıllar doğrusunu öğrenemediği... İnsanın kendinden sonra sevdiklerine de zarar vermeye başladığı ve yavaş yavaş ruhunu teslim alan o iğrenç duygu... Kontrollerin düştüğü yüreğinde ki sıkışmanın nefes alamamanın caresini düşünmek yerine ilk aklına geleni yapması... Bütün kontrolü, kaybettiğin kontrolle ele alma çabası... içinden çıkan nefes almana engel göğsünde ki yanma hissini durdurmak için yaptığın ama daha fazla yakan duygu... Yıllar böle devam etti anne babama yapamazdım sadece, baba figürü sertti karşımda, bir evin bir erkek çocuğuydum oysa hiç şımaramadım teşebbüsü bile ürpertirdi beni, bir şey dediğinden değil belki ama o gözlerin o şekilde bakması küçücük bir çocuğun oynadığı misketler kadar küçültüp yuvarlanıp kaçmak istemesine sebep olurdu... Kızmıyorum ona doğruymuş yaptıkları... Dışarıya çıktığım da işler istemediğim şekilde gelişmeye başladığında kalbim çarpmaya başlardı daha hızlı yumruklarım sıkılmış tırnakları avuçuna batan burnundan soluyan bi çocuk oluverirdim Şu insandan yaratığa dönüşen çizgi kahramanlar gibi... itiş kakış başlardı tabi hemen ardından... Ortaokul sıralarında daha sertleşmeye başladı bu iş kendini keşfetmeye karşı cinsi tanımaya başlayınca kalbimi sıkıştıran kollarıma yanmayla beraber boşalan kan akışını hissetmek için daha çok sebebim vardı artık.. . Yumruklar da daha bir sert atılmaya başladı kanıyordu artık vurduğun yada vurdukları yerler... arkadaşlarına karşı daha bir sert olmaya başlayan cümleler, karşı cinsin seni o ilk heycanlandırışlarının sinire dönüşmesi ağzından çıkan kelimeler daha bir yıpratıcı düşündüğün tek şey nefes alabilme haline yeniden geçiş içinde seni sıkıştıran o volkanın bir yolunun bulunup patlatılması.... Çevremdekilerin sevdiklerimin canını yaktığını ve bunun bir çözüm olmadığını ilk fark edişim ağzım burnum üstüm başım kan içinde evin kapısını çaldığımda annemin hıçkıra hıçkıra ağlayarak bana sarılışıydı, ama çok da işe yaramadı sanırım, ben rahatlamıştım nefes alabiliyordum annem için üzülmüştüm ama bir daha olmayacak diyemedim bile... nefes alamamak daha kötüydü ve ben yeniden nefes almaya başlamıştım... Çok kez şahit oldum annemin sessiz ağlayışlarına benim yüzümden, telefonda tartışmaları mı dinlerken ergen dönemlerimde kız arkadaşlarıma sesimi yükseltirken nasıl bir ruh haliyse o yaşlarda korkarmış kadın benden...  kavgalarım dan sonra ama yok işte yok kontrolü yoktu bu işin, bir anda bütün bedenini hücrelerini sarıyordu o iğrenç sıcaklık ensenin arkasından yükselen ateş başının arkasını sarmaya başladığında sona yaklaşmışsın demekti artık söylenecek hiçbir söz yapılacak hiçbir hareket rahatlatamazdı umarsızca kusmak gerekiyordu artık ya da yumruklamak bir yerleri, ta ki bedeninden onun yavaşça uzaklaşıp bir halsizlik hali çökene kadar... İlişkiler boyut değiştirmeye başladığında, daha derinleşmeye başladığında dostluk kavramı oturduğunda dostlarımı arkadaşlarımı yıpratmaya başlamıştı bu iş canları yanıyordu benim yüzümden ama yine o lanet duygunun freni yoktu işte... Artık kız arkadaşlarla da boyut değiştirmeye başlamıştı ilişkiler ve asıl o zaman daha da beterdi fiziksel olarak çıkamamaya başlamıştı içinden o lanet öfke kelimelere dönüşmesi daha da yorucuydu ve bir anda vücudun da lav gibi dolan kan bir anda çekilip gidiyor ve nefes alamayışın kesilmiyordu hiç... hedef sektirmen gerekiyordu o zamanlar kusacak başka bir yer bulmuştum o yaşlarda duvarlar direkler nefes almak için fiziksel bir temas şarttı sert cisimlere... elim acıdığında nefes alabiliyordum ancak elimin kolumun rontgenleriyle iskambil kağıdı yapma arzusu bile başladı durdurmaya çalışmak yerine, benden büyüktü çünkü öfkelerim sevdiklerimden daha değerli değildi ama onlara zarar verdiğini bildiğim halde durduramayacak kadar büyüktü en azından... Sonra yavaş yavaş teslim olurken o duyguya kendimi de çevremdekileri de ezdiğini bile bile babamı hastane kaldırdım bir sabah yürüyerek girdiği hastaneden cenaze alacağımı bilmeden,   önceleri oda bizde rahattık hastaneye gidilir bir şeyler yapılır eve dönülürdü insanlarda ilk kez götürüyordum kaldı ki babamı... Olaylar kötüleşmeye başlamıştı, çaresizliğin ne demek olduğunu anlatacak sözcükleri bulabilmem imkansız.... 7 - 8 saat kadar süren çaresizlik çaresizliğe olan o öfke duygusu her zaman kinden sertti... ama ne kusa biliyordum ne de bir yerlere vurabiliyordum bu sefer tam içimde sıkışmıştı ve çaresizdim ve o bütün öfkem babamaydı aslında beni nasıl bu kadar çaresiz bırakabilmişti uyan malıydı bana biri uyandi demeliydi ve ben bugüne kadar aklımdan bile geçiremediğim bir cüretle ona bunun hesabını sormalıydım... Ellerim titremeye başlamıştı korkuyla öfke birbirine karışmış Muzaffere kusarken babama olan öfkemi o yataktan kalkarsa ağzını burnunu kırar rahatlarsın dedi... tanıyordu beni de babamı da iyi tanıyordu ama ben hala bana bunu yapamaz diye kusmaya çalışırken öfkemi sertçe sarsıldığımı hissettim baban değil onur suçlu olan diye... Susmadan konuşmaya başladı Muzaffer onu anlatıyordu bana en BABA en ADAM en Komik hallerini... bütün nefesim bir kerede kesilmişti bir süre hiç soluk alamadan kalmıştım öle öfkem gidecek yer bulamadı gözlerimden boşalmaya başlamıştı hıçkırıklarımla beraber.... Sevgimi ve ona sarılma isteğimi bile öfkeye çevirebildiği mi o gün fark etmiştim ben.... Öfkeleri mi anlatarak aslında karşımda ki ne değil de kendime anlatıp asıl soruyu sormayı da o gün öğrendim ben istediğim olmadığı ve sarılamadığım için mi sevdiğim birine bu öfke yoksa sokakta ki adama yumruk atma isteğimi aynı kefeye koymuyorum artık.........

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Bazen ölür insan bütün hislerini kelimelere döker, içinden bir çırpıda çıkmıştır canı yanıyodur, ya da mutluluktan kayıyordur dudaklarından ardı adına... O kadar yüreğinden çıkıyordur ki karşısındakinin zihnine mıh gibi saplandığını düşünür. Kendini ifade edebilmektir derdi anlatabilmek hissettiklerini yaşatabilmek yalansız dolansız yüreği konuşur, beyni işlevsizdir aslında beyin sus der ona sussss konuştukça acıyacaksın daha çok daha sert kırılıcaksın bir sonra ki kez, kimse seni hissetmek zorunda ve kudretinde değil... ama sen öle hissedersin ki karşı tarafın hislerini canı yandığında canın yanar, güldüğünde hissedersin uzakta da olsa ... Neden anlamayacakmış bu sefer hissediyor diye devam eder saatlerce sabahlara kadar anlatır yorulmadan hep yeni bir ümitle... Sonra bi gün o kadar yanar ki canı bi an durur yine haykırmak ister bağıra cağıra bu sefer canım acıyorrrr diye bağrmak soluk almadannn ama sesi çıkmaz içindedir artık o çığlıkkk... sadece kendi duymaya başlar her duyduğunda gözlerinde ki gülümseme düşmesin diye zorlar kendini ama kolu bacağı sesi düşer her biri bir tarafa....